Dil, kültürün en ayırt edici özelliklerinden biri olarak kabul edilir ki, sadece ne anlatmak istediğimiz ile ilgili değil, aynı zamanda kim olduğumuz ile de ilgilidir. Her dil yaşayan bir müze, taşıyıcısı olduğu her kültür için bir anıttır. Dil kültürün vazgeçilmez bir parçası olup insanlık medeniyetinin de anahtarıdır. Bu gün küreselleşmenin yükselen hızı ana dilimizi yok olmanın eşiğine getirmiş, bizlere de kültürel mirasımızı ve ana dilimizi koruma misyonunu yüklemiştir.
Günümüz Dünya’sında 200 civarında egemen devlet olmasına karşın UNESCO’ya göre yaklaşık 6700 civarında dil konuşulmaktadır. Ancak, bu 6700 dilin 100 ila 150 adedi dünya nüfusunun yaklaşık % 90’ı tarafından, geriye kalan 6550 civarındaki dil ise, dünya nüfusunun % 10’u tarafından konuşulmaktadır. Bizim ana dilimiz olan Adığ’ecenin de içinde bulunduğu bu %10’luk gruba dahil dillerin büyük bir bölümü ekolojik, ekonomik, sosyal ve siyasal nedenlerle yok olmakla karşı karşıya kalmışlar ve var olabilmek için kendilerinden daha güçlü diller ile rekabet etmek zorunda bırakılmışlardır. Küçük dilsel gruplar sıklıkla bu eşit koşullarda gerçekleşmeyen mücadeleye yenik düşerek trajik bir şekilde kaybolmaktadırlar. Geçmişte konuşulan binlerce dil bu gün yok olmuştur ve yok olan bu diller taşıyıcı olduğu halkın yerel bilgi sistemlerini, yaşam biçimlerini ve kültürlerini de beraberinde maalesef götürmüştür. Benzer bir şekilde 8 Ekim 1992 saat 07.35’te Tevfik Esenç son nefesini vermiş ve bu son nefes ile birlikte dünya yüzünden sonsuza dek Adığe’cenin kardeş dili Ubıhça da silinmiştir. Bu gün yok olmakla karşı karşıya kalan dilleri korumak sadece taşıyıcısı olduğu halkın değil aynı zamanda bütün insanlığın ortak bir görevidir.
1800’lerin başlarında ilk Adıg’e alfabeleri yapılmaya başlanmış, 19. yüzyılda ve 20.yüzyılın başlarında yazı dar bir aydın grup çevresinde sınırlı kalmıştır.
Batı Adıg’e lehçesi (Abzax Grubu) için, 1918’den 1927 yılına kadar Arap alfabesi, 1927’den 1938’e kadar Latin alfabesi kullanılmış olup 1938’den itibaren de Kiril-Rus alfabesine geçilmiştir. Doğu Adıg’e lehçesi (Kabardeyce) için ise, ilk önceleri Arap alfabesi kullanılmış, daha sonra 1923’ten 1936’ya kadar Latin alfabesi ve 1936’dan itibaren Rus alfabesinin harfleri esas alınarak hazırlanan Kiril alfabesine geçilmiştir.
Kril alfabesine geçildiği dönemde, çok sayıdaki ünsüzü karşılamak için iki-üç harften oluşan kombinezonlar yaratılmış veya işaretler kullanılmıştır. O dönemde yazı ve edebiyat dili olarak, Batı Adığe lehçesi için Çemguy, Doğu Adığe lehçesi için ise, büyük Kabardey ağzı esas alınmıştır.
Rus Çarlığının son döneminde Adığ’e halkının içinde bulunduğu tarihi koşullarda, bütün çabalara rağmen yazının eğitim ve aydınlanma aracı olmasına izin verilmemiştir. 1922’de Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra, milliyetler politikası çerçevesinde, yazısı olmayan halklar için alfabe oluşturma çalışmalarına başlanmıştır. Bu dönemde; ayrı idari birimlerde yasayan iki Adıg’e grubu için çalışmalar ayrı ayrı yürütülmüş, Batı Adıg’e ve Kabardey lehçeleri ayrı diller olarak ayrıştırılmıştır. Kısaca alfabenin ve yazı dilinin oluşmasını üç döneme ayırmak mümkündür. İlk dönemde Arap, ikinci dönemde Latin, üçüncü dönemde ise bu gün dahi anavatanımızda kullanılan Kiril, harflerini esas alan alfabeler kullanılmıştır.
Diasporada da birçok alfabe denemeleri yapılmıştır. Bu çalışmalar ne yazık ki Çerkeslerin iki imparatorluğun ordularının saflarında sayısız sa vaşlara katılmak zorunda kaldığı talihsiz bir döneme denk gelmiş ve yazı anavatanda olduğu gibi dar bir aydın çevresinde sınırlı kalmıştır. Osmanlı ve Rusya İmparatorluklarının 1920’li yıllarda içinde bulundukları tarihi dönemeç, bu iki devlette yasayan Çerkeslerin ve dolayısıyla dillerinin de kaderini belirlemiştir. Kafkasya’ya öğretmenler ve ders kitapları gönderen, çalışmalarıyla İstanbul’u Çerkeslerin kültürel merkezi yapmaya başlayan Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti, Balkan ve Kurtuluş savaşlarında kadrolarının çoğunu kaybetmiş ve 1923’te yeni kurulan rejimle birlikte bütün bu çalışmalara nokta konulmuştur.
Günümüzde globalleşme ile birlikte, ulus devletlerin etnik azınlıklar üzerindeki sıkı kültürel baskıları zayıflamaya başlamıştır. Bu zayıflama Türkiye’de de gerçekleştiğinden Çerkeslerde kısmi açılımlardan yararlanarak dillerini yaşatmak için çeşitli tedbirler almaya başlamışlardır. Bu bağlamda Kafkas Dernekleri Federasyonu tarafından iki adet uluslararası dil konferansı düzenlenmiştir. Ayrıca 2012 yılında Adig’e Dili ile ilgili, Adige Bze Xase (Adig’e Dil Derneği) kurulmuştur. Adig’e Dil Derneği Türkiye’de yaşayan tüm Çerkes kurum ve kuruluşlarının katılımı ile 15.12.2012 tarihinde bir “Dil Kurultayı” yapmıştır. Bu kurultay’da alınan yetkiler çerçevesinde Anadolu’daki Çerkes köyleri ve yaşlı insanlarla temas kurularak kaybolan kelimeler de toplanarak 108.000 kelimelik bir sözlük oluşturulmuştur. Daha sonra bu kelimeler elektronik ortama aktarmıştır. Yine Dil Kurultayında alınan yetki ile, öğretmenlerden oluşan bir dilbilgisi komisyonu kurularak Adig’ecenin gramer kuralları (cümle yapısı ve öğeleri, fiil çekimleri, zamanlar ve kipler olarak) çözümlenerek hem yazılı hem elektronik olarak kayıt altına alınmıştır. Bu amaçla bir Dilbilgisi gramer ve İmla Kılavuzu hazırlanarak basıma hazır hale getirilmiştir.
Ahmet Cevat BENK