Bir dilin tehlike altında olduğunu söylemek ne anlama gelir?
Tehlike altındaki bir dil, yakın gelecekte muhtemelen soyu tükenmiş olacak bir dildir. Birçok dil kullanımdan çıkıp, yerini o bölgelerde daha yaygın olarak kullanılan dillere bırakıyor. Örneğin ABD’de İngilizce ya da Meksika’da İspanyolca gibi. Eğer günümüzdeki gidişat tersine dönmezse, önümüzdeki yüzyıl içerisinde bu tehlike altındaki dillerin nesli tükenecek. Diğer birçok dil artık yeni jenerasyondaki çocuklar ya da yeni yetişkinler tarafından öğrenilmiyor. Dolayısıyla, bu dillerin son konuşucusu öldüğü zaman o dillerin nesli tükenmiş olacak. Hatta günümüzde düzinelerce dilin hayatta olan sadece bir konuşucusu kaldı ve o insanın ölümü aynı zamanda o dilin de ölümü demek olacak. Bundan sonra kimse tarafından konuşulmayacak ve bilinmeyecek.
Bu, ölü diller olan Antik Yunanca ve Latince’nin başına gelenlerle aynı şey mi?
Hayır. Bu dillere ölü diller dememizin sebebi onları bulduğumuz formlarda, yani antik yazılardaki formlarında, konuşan kimsenin olmaması. Ancak bu diller aniden yerlerini başka dillere bırakmadı. Aksine, Antik Yunanca yerini modern Yunanca’ya bırakırken, Latince yavaşça modern İtalyanca, İspanyolca, Fransızca, Rumence ve başka dillere evrildi. Aynı şekilde, Chaucer’in günlerinden kalma Eski İngilizce artık konuşulmazken, yerini modern İngilizce’ye bıraktı.
Dillerin nesli nasıl tükenir?
Dillerin nesillerinin tükenmesinin sebeplerinden birisi düpedüz soykırımdır. Örnek vermek gerekirse 19. yüzyılın başlarında Avrupalı işgalciler Tazmanyalıları topluca yok ettiğinde sayıları tam olarak bilinmeyen bazı diller de ölmüş oldu. Ancak bundan daha sık karşılaşılan durum, bir topluluğun kendilerinden büyük ya da daha kuvvetli başka bir topluluğa karışma baskısıyla karşı karşıya kaldığında dillerin yok olmasıdır. Bazı durumlarda insanlar kendi dillerinin yanı sıra, “ötekilerin” dillerini de öğrenir; ki bu durum daha önce Danimarka’nın bir bölgesi olan ve Kalaallisut dilinin Danca ile birlikte öğrenildiği Grönland’da meydana gelmiştir. Fakat genellikle bu topluluk dillerinin yanı sıra etnik ve kültürel kişiliklerini kaybetme baskısıyla karşı karşıya kalır. Bu durum Türkiye’de kendi dillerini matbaa ya da formal olarak öğretmeleri hukuken yasak olan etnik Kürtlerin başına gelmiştir. Aynı durum, 1960’lar kadar yakın bir zamanda, yatılı okullarında kendi dillerini konuştukları için cezalandırılan yerel Amerika dillerinin genç konuşucularının da başına gelmiştir.
Dillerin neslinin tükenme süreci ani midir, yoksa aşamalı mı?
İkisi de. Eğer artık çocuklar tarafından öğrenilmiyorsa bir dilin kaderi tek bir jenerasyonda değişebilir. Bu durum bazı Yupik Eskimo topluluklarında gerçekleşmiştir. 20 yıl önce bütün çocukların Yupik konuşmalarına rağmen günümüzde bazı toplulukların en genç Yupik konuşucuları yirmili yaşlarındadır ve çocuklar sadece İngilizce konuşur. Benzer bir şekilde İskoç Gal dili 1940’lı yıllara kadar Yeni İskoçya eyaletinde bulunan Cape Breton adasında konuşulmaktaydı ancak 1970’li yıllardan itibaren çocuklar tarafından öğrenilmedi. Farklı durumlarda ise diller çok daha yavaş bir biçimde geriledi. New York şehri dışında ve Kanada’ya komşu bölgelerde konuşulan Onondaga ve Mohawk gibi İrokua dilleri iki yüzyıldan uzun bir süredir gerilemekte. Ancak bu diller hala yaşı büyük yetişkinler tarafından, hatta Mohawk dilinde genç insanlar tarafından konuşuluyor.
Kaç tane dil tehlike altında?
Bir sayıma göre 1996 yılında Dünya’da konuşulan 6,703 farklı dil vardı. Bu dillerin 1000 tanesi Amerika’da, 2011 tanesi Afrika’da, 225 tanesi Avrupa’da, 2165 tanesi Asya’da ve Avustralya da dahil olmak üzere 1320 tanesi Büyük Okyanus bölgesinde konuşuluyordu. Bu sayılara biraz şüpheci bakmak gerekir çünkü birçok dil hakkındaki bilgi yetersizdir ya da güncel değildir. Aynı zamanda dil ve lehçe arasındaki farkı görmek güçtür. Fakat dilbilimcilerin çoğu Dünya üzerinde 5,000 den fazla dil olduğu konusunda hemfikir. Ancak bundan yüz yıl sonra bu dillerin birçoğunun nesli tükenmiş olabilir. Bazı dilbilimciler bu sayının yarıya ineceğini düşünürken bazıları dünyada konuşulan birçok dilin- en fazla birkaç bin insan veya daha azı tarafından konuşulan diller- İngilizce, İspanyolca, Portekizce, Çince, Rusça, Endonezce, Arapça, Svahili ve Hintçe gibi dillere yenik düşmesinden ötürü bu sayının yüzlere kadar düşebileceğine inanıyor. Bazı tahminlere göre önümüzdeki yüzyılda Dünya’da konuşulan dillerin %80 i yok olabilir.
Kimlerin dili tehlike altında?
Her ne kadar tehlike altındaki diller azınlık topluluklar arasında konuşulsa da bu topluluklar Dünya’da konuşulan dillerin çoğunluğunu oluşturmaktadır. Aralarında sadece kendi başlarına 900 dilin konuşulduğu Papua Yeni Gine kabileleri, bu jenerasyon içerisinde yarli dillerinin %80 ini kaybedecek olan Avusturalya, hala kendi dillerinin %90 ına sahip olan Amerika; Afrika, Asya ve Okyanusya’ da bulunan ulusal ve kabileye ait azınlıkların konuştuğu birkaç bin dil ve İrlandalı, Frizya, Provensal ve Basklar bulunur.
Yerel Kuzey Amerikan dillerinden kaç tanesi tehlike altında?
Yakınlarda yapılan bir ankete göre bir zamanlar Kuzey Amerika’da konuşulan yüzlerce dilden sadece 194 tanesi günümüze ulaştı. Bunlardan 33 tanesi yetişkin ve çocuklar tarafından konuşuluyor; 34 tanesi yetişkinler ve az sayıda çocuk tarafından konuşuluyor; 73 tanesi neredeyse tamamen 50 yaşından büyük yetişkinler tarafından konuşuluyor; 49 tanesi, çoğunlukla 70 yaşından büyük birkaç insan tarafından konuşuluyor; ve 5 tanesi muhtemelen şimdiden nesli tükenmiş diller arasında.
Çocuklara aktarılamayan veya az sayıda çocuk tarafından öğrenilen diller tehlike altındadır ve nesillerinin tükenmesi muhtemeldir. Hatta sadece ilk gruptaki 33 dil “güvende” gözüküyor. Ancak o dillerin çoğunun konuşucuları, çocukların İngilizce konuştuğu farklı toplulukların yakınında yaşadığı için tehlike altındadır. Ve bütün yerel Kuzey Amerikan grupları, yerel dillerini bırakıp İngilizce konuşmaları için baskı altında. Genç jenerasyon bu baskıyı güçlü bir şekilde hissediyor. Televizyon ve filmler, genellikle topluluk değerlerinin korunmasını desteklemeyen mesajlar içeriyor; böylelikle genç izleyicileri daha görkemli ve daha ticarileşmiş, kendi yerel topluluklarıyla ve o topluluğun yaşlıları ve gelenekleriyle hiçbir bağı olmayan bir dünyaya davet ediyor.
Her şeye rağmen hatırı sayılır miktarda dilbilimsel miras açık olarak tehlike altında olsa da, birçok Yerel Amerikan dillerinin 21. Yüzyıla kadar hayatta kalmış olması gerçeği, bu toplulukların gücünün ve insanların dillere verdiği temel değerin kanıtıdır.
Bir dilin neslinin tükenmesi bir topluluk için ve bizler için ne anlama geliyor?
Bir topluluk dilini kaybettiği zaman genellikle kültürel kişiliğinin de büyük bir kısmını kaybeder. Her ne kadar dil kaybı bazen gönüllü olarak, bazen de gönüllü olmayarak yaşansa da, içinde her zaman bir çeşit baskı barındırır ve genellikle sosyal kişiliğin kaybı ya da yenilginin sembolü olarak hissedilir. Bu her dil kaybı yaşandığı zaman o grubun sosyal kişiliği kaybolacağı anlamına gelmez. Örneğin hem Kaliforniya’daki Çumaşlar, hem de Man adasındaki Manx’lar yerel dillerini kaybetmişlerdir. Ancak Çumaş ya da Manx kişiliklerini kaybetmemişlerdir. Fakat diller bir grubun kişiliğinin güçlü sembolleridir. Bir grup insanın kültürel, ruhsal ve entelektüel yaşamlarının çoğu dil üzerinden deneyimlenir. Bunlar dualar, mitler, seremoniler, şiirler, hitap şekileri ve teknik kelime bilgisinin günlük selamlaşmalarında kullanımı, vedalaşmalar, sohbet stilleri, mizahlar, çocuklarla konuşma biçimleri, alışkanlık, davranış ve duygu terimleri arasında değişkenlik gösterir. Bir dil kaybolduğunda, bunların hepsi yeni dilde farklı kelimeler, farklı sesler ve farklı bir gramer ile yeniden düzenlenmelidir. Tabii eğer bunlar korunacaksa. Bu süreçte geleneklerin aniden yok olup, yerlerini daha güçlü olan grubun kültürel alışkanlıklarına bırakması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bu ve farklı sebeplerden ötürü, bir topluluğun dilinin hayatta kalması o topluluk için genellikle çok önemlidir.
Bir dil yok olduğunda aynı zamanda bilimsel olarak da çok şey kaybolur. Bir grup insanın tarihi, o grubun dili sayesinde gelecek nesillere aktarılır. Dolayısıyla o dil kaybolduğu zaman kendisiyle birlikte o topluluğun tarihiyle ilgili önemli bilgileri de götürebilir. Bir dilin kaybı aynı zamanda bir dilbilimcinin insan idrakı hakkında öğrenebileceklerini ciddi anlamda sınırlar. Dünyadaki insan dillerinin hepsinin ortak olarak sahip olduklarını araştırarak insan dillerinde nelerin mümkün olup olmadığını öğrenebiliriz. Bu da dolayısıyla bize insan zihni ve çocukların dil gibi kompleks sistemleri bu kadar hızlı ve kolay öğrenebildiği hakkında önemli şeyler gösterecek. Araştırılacak ne kadar az dil varsa, insan zihni hakkında o kadar az şey öğrenebiliriz.
Herkesin aynı dili konuşması işleri kolaylaştırmaz mıydı?
Her ne kadar birçok insan için uluslararası bir dil bilmek önemli olsa da, bu o insanların anadillerini terk ettikleri anlamına gelmez. İki veya daha fazla dil konuşarak büyüyen çocuklar bu dilleri büyürken sadece bir dil konuşan çocuklar ile aynı derecede öğrenir.
Tehlike altındaki dilleri korumak için ne yapılabilir?
Dilini korumak ya da revize etmek isteyen bir topluluğun birden fazla seçeneği vardır.
Muhtemelen bunun en dramatik örneği yüzlerce yıldır antik yazılı formunda öğrenilen ve çalışılan Modern İbranice’nin anadil olarak canlandırılmasıdır. İrlandaca, İngilizcenin yoğun baskısına rağmen İrlanda’nın anadili olması için hatırı sayılır derecede kurumsal ve politik desteğe sahipti. Yeni Zellanda’da bulunan Maori toplulukları içinde yaşlıların çalıştığı ve Maori dilinde ders verilen anaokulları kurdular. Bu okullara kohanga reo, yani dil yuvası adı veriliyor. Orada, Alaska, Hawaii ve farklı yerlerde bu model ilk ve orta okullara kadar genişletiliyor. Ve Kaliforniya’da sadece birkaç yaşlı konuşucunun hala hayatta olduğu topluluklarda genç yetişkinler yaşlı yetişkinlerin dil çıraklığını yapıyor. Konferanslar, atölyeler ve yayımlar dilleri korumaya çalışan bireylere, okullara ve topluluklara destek veriyor.
Birçok dilin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olması sebebiyle dilbilimciler bu diller hakkında öğrenebilecekleri mümkün olduğu kadarını öğrenmeye çalışıyorlar. Böylelikle eğer bir dil kaybolsa bile, onunla birlikte o dile ait bilgiler de kaybolmamış olacak. Araştırmacılar video kasetler, ses kayıtları, dilin resmi ve resmi olmayan durumlarda kullanılan yazılı örnekleri ve çevirmenleri kullanıyor.
Bunlara ek olarak kelime bilgisi ve dillerin kurallarını analiz ederek sözlük ve gramer oluştururlar. Dilbilimciler aynı zamanda dünya üzerinde dillerini korumak isteyen topluluklarla çalışıp onlara dil öğretimi, dili sürdürmek ve dili canlandırmak hakkında teknik ve pratik olarak yardımcı olurlar. Bu yardım bir miktar onların yazdığı sözlük ve gramerlerle ilgili olur. Ancak dilbilimciler başka yollarla da yardımcı olabilirler. Çeşitli sayıda dili öğretmek ve araştırmak ile kazandıkları tecrübeleri kullanarak bir topluluğun kendi dilini korumasına yardım edebilirler. Ve dilleri kaydedip araştırmak için en yeni teknolojilerden faydalanabilirler.
Yeni diller, ölen dillerin yerini almak için mi doğuyor?
Evet. Amerikan işaret dili de aralarında olmak üzere birçok işaret dili geçtiğimiz yüzyıllarda doğdu. Papua Yeni Gine’nin yerel Tok Piksin dili İngilizce bazlı bir pidgin ( iki veya daha fazla dilin karışımı) dildir. Birçok yüzyıl boyunca bir dilin farklı lehçeleri kendi dilleri olmak üzere gelişebilir. Tıpki Latince’nin lehçelerinin Fransızca’ya, İtalyanca’ya vs. dönüşmesi gibi.
Ancak bu yeni dillerin oluşması, kaybedilen dilbilimsel mirasla karşılaştırılamaz. Günümüzde dünya üzerinde konuşulan binlerce dil insanlık tarihi boyunca evrilmiştir. Akrabalık ilişkisi bulunan her dil grubu, diğer bütün gruplar ile neredeyse 5000 yıllık gelişme sayesinde farklılık kazanmıştır. Genelde bu sayı daha fazladır. Eğer İngilizce dünya üzerindeki herkesin ortak dili olsaydı, bir şekilde bu farklılığın oluştuğu kondisyonları tekrar oluşturabileceğimizi varsayarsak bile, binlerce ya da on binlerce yıl sonunda bugün var olan dil farklılığı mirasına yakın bir farklılık kazanabilirdik. Dolayısıyla pratik bir açıdan bakacak olursak dillerimizdeki bu farklılık kesinlikle yeri değiştirilemez bir olgudur.
KAYNAKÇA
Davis, Wade. 1999. “Vanishing Cultures”. National Geographic. i96(2). 62-89.
Grenoble, Lenore, and Lindsay Whaley (eds.) i998. Endangered Languages: Language Loss and Community Response. Cambridge: Cambridge University Press.
Robins, Robert, and Eugenius Uhlenbeck (eds.) 1992. Endangered Languages. Oxford: Berg.