Yazar : Sahra Torlak
“Okul sadece dört yanı duvarla çevrili, tepesinde dam olan yer değildir. Okul her yerdir. Sırasında bir orman, sırasında dağ başı. Öğrenmenin, bilginin var olduğu her yer okuldur…” Hababam Sınıfı’nın Mahmut Hocasından hatırladığımız bu repliği tam olarak kanlı canlı yaşatan bir isim Hıdır Eren… Tunceli’nin Ovacık İlçesi Yeşilyazı (Zerange) köyü onun meskeni… Munzur Gözeleri’ne yolu düşenler bir çayırda Hıdır Eren ve öğrencilerine rastlayabilir. Yalnız çayır değil inşaatı devam eden kültür evi, tarla, bahçe hepsi onlar için birer eğitim yuvası… Esas mesele ise bir mirası gelecek nesiller ile yaşatmak, onlarla büyütmek…
O mirasın adı Zazaca…
Zazaca’yı yaşatmak için gecesini gündüzüne katan emekli bir öğretmenin hikayesi bu… Resmiyette emekli olsa da öretmekten asla emekli olmayan bir eğitim çınarı Hıdır Eren. 41 yıl devlet okullarında öğretmenlik, müdürlük yaptı… Zazaca’yı doğduğu toprakların, yaşadığı coğrafyanın bir armağanı, atalarının kadim mirası olarak gördü. Bu mirasa sahip çıkmak için de daha öğretmenlik yıllarında başladı tohumları ekmeye… O tohumların fidana dönüşüp dönüşmeyeceğini bilmiyordu ama umudunu kaybetmedi…
Zazaca’yı yaşama ve yaşatma çabası ile dolu bu hikayenin tamamını Hıdır Eren’in kendi anlatımıyla dinlemeye ne dersiniz?
- Hocam, Hıdır Eren kimdir ?
Hıdır Eren bir eğitimcidir, bir öğretmen. Bu öğretmenlik yanı aileden içselleştirilmiştir. Aynı zamanda sosyologdur ama çocukları çok sevdiği için öğretmenlik onun için daha ön plandadır.
- Hıdır Eren’in Zazaca’yı yaşatma çabası nasıl başladı?
1976 yılı benim için kırılma noktasıydı. Zamansız kaybettiğimiz amcamın oğlu Faruk ile Kamiran Ali Bedirxan’ın bir kürtçe gramer çalışması elimize geçmişti. Bu Faruk’u da beni de çok heyecanlandırmıştı. Kitabın ön sözünde Dr. Şıvan olarak bilinen Sait Kırmızıtoprak’ın satırları yer alıyordu ve Kırmızıtoprak şöyle diyordu “Bir zaza bu kitabı okursa kürtçeyi 6 ay içinde çok kolay öğrenir.” Bu bizi incitmişti. Madem öyle biz de biz Zazaca gramer çalışması yapalım önsözüne yazalım diyelim ki “Bir kürt bunu okuduğunda 6 ay içerisinde Zazaca’yı çözer.” Bu kafa ile Faruk ile biz oturduk ve 7-8 ay içerisinde bir çalışma çıkardık. Tabi bugünün imkanlarına sahip değiliz. Ovacık’ta köyümüzdeki sağlık ocağındaki memur ile aramız iyi sağlık ocağında onun daktilosunu kullanıyoruz. Daktilosunu kulllanıyoruz ama ona da işlerinde yardım ediyoruz, doğum kayıtlarını vs. yazıyoruz ki daktilosunu kullanmamızı hoş görsün.
Faruk’un ağabeyi Mehmet Ali Eren var daha sonra milletvekili oldu. Mehmet Ali’nin evlilik planladığı bir hanımefendi İstanbul’dan Ovacık’a geldi. Varlıklı bir ailenin kızı, Zazaca bilmiyor ve bir zaza ile evleneceği için Zazaca öğrenmek istiyor. Bizim yaptığımız çalışmayı görünce çok heyecanlandı “Bunları ben İstanbul’a götürüp bastırayım” dedi. Biz o güne kadar kitap basımı nasıl olur, nasıl yapılır bilemiyoruz. Biz de sevindik tabi, gönül rahatlığıyla bu hanımefendiye notları teslim ettik, notlar İstanbul’a gitti biz bekliyoruz ki notlar basılsın ama ha bugün ha yarın derken üstünden geçti 3 sene, yıl oldu 1979. Notlar bir türlü basılmadı, 79’da sıkıyönetim ilan edilince notların imha edildiğini öğrendik. O içimizde derin bir yara olarak kaldı.
Faruk ile hep bu toplumun dilinin, kültürünün yok olacağı, tarih sanhesinden silineceği kaygısını taşıdık. Bu kaygıydı aslında bizi Zazaca’ya sahip çıkma yolculuğuna çıkaran. Temelleri öğretmenliğe yeni başladığımız (Faruk da öğretmen) o yıllarda Ovacık’ta atıldı.
OVACIK’TA ÖĞRETMENLİKTEN İSTANBUL’DA “HALO”LUĞA
1990 yılında İstanbul’a geldim, İstanbul Üniversitesi’nde sosyolojiye kaydoldum, öğretmenliğe de devam ediyorum. Bu vesileyle tayinimi İstanbul Fatih’e aldırdım. Ben 15 yıl öğretmenlik yapmış sonra üniversiteye gitmiştim üniversitedeki çocukların hepsi bana “halo, halo” yani dayı, dayı diye hitap ediyorlardı. Arada yaş farkı var, benim konuşmalarım onların hoşuna gidiyor etrafıma birikiyorlar. Evlisin, 15 yıldır öğretmensin, çoluk çocuk sahibisin onlara göre daha kamilsin. Böyle olunca anlatımlarım hoşlarına gidiyor ben de bu sayede Zazaca için bayağı kişiyi etrafıma toplamıştım. Zazaca sohbetler, dersler vs. Aksaray’daki Tunceliler Derneğine uğruyorum, dil üzerine tartışmalar yapıyoruz. Bir taraftan da sağ sol meseleleri var beni kendilerince bir yere koyuyorlar ama ben aldırmıyorum. Artık belli bir olgunluğa da erişmişsiniz. Derken bizim Zazaca meselesine ilgi arttı, biz çoğaldık ama bir araya gelip oturacağımız bir yer yok. Parkta buluşuyoruz, tanıdığın lokantasına gidiyoruz ama nereye kadar. Maddi imkanlar kısıtlı, lokanta ile park ile olacak iş değil, bir vakıf kuralım dediler. Vakıf kuracak parayı bulamayınca da derneğe giriştik. Derneğe giriştik ama bu sefer de derneği kuracak adam bulamıyoruz. Aslında kalabalığız ama çoğu devlet memuru, öğretmen herkes çekiniyor. Ben o dönemde Beşiktaş’ta okul müdürüyüm. Çekimserliği kırmak için “Bakın ben okul müdürüyüm öncüyüm” dedim. Beni kıramayacak birkaç kişiyi aradım, okulumdaki sekreter kız, biri Ankara’dan arkadaşım, eşim, ablam, yengem derken kuruluş için yeter sayıya, 12 kişi ile ulaştık. Bu arada yıl olmuş 2011 ve biz İstanbul Beyoğlu’nda Zaza-Der’in açılışını yaptık ve kuruluş için üye bulamadığımız derneğin açılışında inanılmaz bir kalabalık vardı. Heyecanlandık, sevindik o kalabalık bizi daha motive etti.
- Zaza-Der kurulduktan sonra nasıl bir yol izlendi ? Bu dernek Zazaca’ya hayat oldu mu ?
Zaza-Der olarak 2012 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gittik. O dönem Çözüm Süreci gündemdeydi ve biz sorumlu bakan ile görüştük. Zazaca derslere başlanması gerektiğini söyledik, ana dilimizin eğitim dili olmasını istiyorduk, zazaca yayın yapan radyo-tv kurulmasını istiyorduk. Bu dilekler ile gittik ama devletin gündeminde zaten seçmeli ders olarak varmış, AB uyum yasaları doğrultusunda seçmeli ders olarak kürtçe, lazca gibi Zazaca’nın da okullara girmesi planlanıyormuş. Bir noktada bizim talebimizin bu yol ile karşılanacağı düşünülüyordu.
Çözüm süreci olduğu için daha ılımlı yaklaşılıyordu. Reddedilen taleplerimiz ılımlı bir dil ile reddedildi ama seçmeli dil kesin gözüküyordu. Biz hemen Tunceli Üniversitesi ile irtibata geçtik, Zazaca’nın doğru aktarımı için kaynak kitap oluşturma çalışmalarına başladık. Ben kaynak oluşturma işinin Artuklu Üniversitesi’ne verilmesinden endişe ediyordum, çünkü orada farklı bir lehçe söz konusuydu ve Zazaca’nın tahribata uğrayacağını düşünüyordum. Nitekim yaptığımız görüşmeler ile kitap hazırlama işi Tunceli Üniversitesi’ne verildi, biz kitapları hazırladık tam sunacağız derken hükümette kadro değişikliği oldu ve bu iş Tunceli Üniversitesi’nden alınarak Artuklu Üniversitesi’ne verildi.
2016’dan sonra FETÖ yapılanması nedeniyle Artuklu Üniversitesi’nde bir takım değişiklikler oldu ve kitap hazırlama işi bu kez de Bingöl Üniversitesi’ne verildi. Çünkü yeni gelen hükümetin önemli adamları Bingöl’dendi. Zazaca konusunda hakimiyet Tunceli Üniversitesi’nde olmasına rağmen görev Bingöl Üniversitesi’ne verildi.
“YAŞLILARIMIZ ZAZACA KONUŞUYOR” PROJESİ
Bu proje hizmet temelli bir projeydi, kendi olanaklarımız ile hayata geçirdik. Birincil hedefimiz dil çözümlemeleriydi. İkincil hedefimiz kültüre dair bir şeyler öğrenmekti. Bingöl’den Siverek’ten, Tunceli, Malatya, Aksaray gibi Türkiye’nin dört bir yanından Zaza yerleşim bölgelerinden Zazaca’ya hakim nereden bir yaşlı bulduysak İstanbul’a, Zaza-Der’e getirdik. 25-30 yaşlımız ve bu yaşlılarımızın bir çoğu bugün yaşamıyor.
Kamerayı kurduk, börtüden böcekten her seyden konuştuk, onlar anlattı biz kayıt altına aldık. Her cümleyi, her kelimeyi i-her telafuzu inceledik. Fiillerin zaman, şahıs ekip alıp almadığına kadar. Yaşlılarımız bizim için öğretici oldu. Bu sırada dernekte öğrencilere Zazaca ders veriyoruz. Çoğunlukla üniversite öğrencilerinin katıldığı dersler oldu. Yaşlılardan edindiğimiz bilgilerle kurs alan öğrencilere de doğru aktarımı sağlamaya çalışıyorduk.
-Zazaca bugün kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya olan diller arasında. Sizin bugüne kadar hem Zazaca’yı yaşatma hem de Zazaca’yı yaşatırken doğru telaffuz ile yaşatma mücadelesi verdiğinizi görüyorum.
Kesinlikle öyle bir mücadele ve bir adım sonrasını hesap ederek hazırlık yaptık. Kaynak oluşturmadan tutun da okullarda Zazaca’nın tercih edilmesine kadar…
-Peki bu arada Zazaca 2013 yılından itibaren seçmeli ders olarak okullara girmişti, Zaza-Der okullarda nasıl bir çalışma yürüttü?
Daha okullara gelmeden halkeğitim merkezlerinde sınıfların açılması için bile yeterli sayının oluşmadığını gördük. Kağıthane’de bir kurs açılacaktı ve bir baktık ki bizim aile dışında başvuru yapan olmamış. Aslında Zaza aileler var ama insanlar çocuklarının iki dil arasında kalacağından endişe duyuyor, çocuklarının başarılı olması için Türkçe’yi çok iyi öğrenmesi gerektiğine inanıyor. Biz bunu gördükten sonra anladık ki farkındalık eksik. Farkındalık oluşturmamız, dilimizi yaşatmamız için bilinç oluşturmamız gerekiyordu. Gidip köy köy, şehir şehir gezip anlatacağız ama nasıl ?
Avrupa Birliği fonlarına başvurduk. Tunceli, Elazığ, Bingöl ve Diyarbakır’ı kapsayan bir proje yazdık gönderdik. Proje çok beğenildi ama biraz acemilik de var, biz bir detayı atlamışız. Proje danışmanları aradı “Hocam valiliklerin onayı gerekli” dedi. Ben “Eyvah bunu benim atlamamam gerekirdi” dedim. Dilekçeleri yazdık, valiliklere iletilmesi için illerdeki arkadaşlara gönderdik. Tunceli’ye dilekçeyi ben elden götürdüm. Proje Tunceli’de onaylandı, kaymakamlıklara, milli eğitim müdürlüklerine, emniyet müdürlüklerine bildirildi. Ne yazık ki Diyarbakır, Bingöl ve Elazığ’dan projeye red geldi. Ben dilekçeyi bizzat ilgili vali yardımcısına sunarken diğer illerdeki arkadaşlarımız dilekçelerimizi kaleme verip dönmüşler. Ben bunu duyunca sinirlendim ama yapacak bir şey kalmamıştı. Diğer illere de kendim elden götürmediğim için çok hayıflandım.
- Proje kapsamında neler yaptınız, okullarda nelerle karşılaştınız ?
Çok ilginç durumlar yaşadık, kürt siyasetinden olduğunu öğrendiğimiz bir öğretmen arkadaş “Bunu neden Zaza-Der yapıyor” diye bize tepki gösterdi. Ben de bizim derdimizin Zazaca’yı yaşatmak olduğunu ve bu amaçla yapılacak her türlü faaliyeti destekleyeceğimizi anlattım. Biz yapmasak kimsenin bir şey yapmadığını ve dilimizin kaybolduğunu ifade ettim.
Sınıflarda öğrencilerin seçmeli ders konusunda bilinçlendirilmesi gerekiyordu. Çünkü öğrenciler kürtçe ile zazacayı karıştırabiliyor. Ben şöyle soruyordum aranızda kim “heri-veri” ??????? konuşuyor el kaldırıyorlardı, diyordum ki siz kürtçeyi seçececeksiniz, kim bessi ??????? konuşuyor diye soruyordum. El kaldıranlara diyordum ki siz Zazaca’yı seçeceksiniz diye. İkisi de gel-git demek ama biri kürtçe biri Zazaca… Mesela Çemişgezek ve Pertek’te bu tespit ve yöntemle ilerledik. Sadece Zazaca tercih edin telkini değildi bizim ki…
“HER DİL BİR ALGIDIR, BİR DÜNYADIR”
Pertek’te bir okul müdürü “işim var” dedi önce bizimle görüşmek istemedi, sonra beş dakika dinlemeyi kabul etti ama “Bizde Zazaca bilen öğretmen yok, bu dersi veremeyiz” dedi. Tamam dedik öğretmenler odasına geçtik, resmi iznimiz olduğu için rahat konuşuyorum ben. Öğretmenler odasına girince “…..” cümlesiyle girdim. Öğrtemenleri Zazaca selamladım. Hemen iki tanesi ayağa fırladı ve selamı Zazaca aldı, buradan yola çıkarak bu iki öğretmenin Zazaca bildiğini düşündüm. Oturduk bütün öğretmenlere meseleyi anlattık. O arkadaşlardan birine branşını sordum “İngilizce öğretmeniyim” dedi, “Evli misin, çocuğun var mı” dedim. “3 yaşında bir çocuğum var” dedi, “Hangi dili konuşuyor” dedim, “Zazaca ve İngilizce” dedi. “Türkçe konuşmuyor mu” dedim, “Yok, Türkçe’yi nasılsa okulda öğrenecek. Benimle Zazaca annesi ile İngilizce konuşuyor” dedi. Bunun üzerine öğretmenlere bu durumu örnek gösterdim ve okul müdürüne de Zazaca öğretmeni olduğu halde yalan söylemesinin doğru olmadığını anlattım. Orada engeli bu şekilde aştık. En yüksek katılım Pülümür ve Ovacık’taydı. Okulların, öğretmenlerin, idarecilerin yaklaşımı çok iyiydi.
Sadece okullara gitmedik, sağlıkçılar ile köyleri dolaştık, belediyelerin organizasyonlarına katılarak farkındalık oluşturmaya çalıştık. Proje kapsamında yaptığımız bu 3-4 aylık çalışmaların o yıl bize müthiş bir gerş dönüşü oldu. Bir önceki yıl Zazaca’yı 135 öğrenci tercih etmişken bizim bu çalışmalarımızın ardından sayı 315’e ulaştı. Yüzde yüzü aşan bir başarıydı…
- Peki bugün Türkiye’de Zazaca gibi tehlike altında olan Lazca da var Süryanice de… Ve siz Tehlike Altındaki Diller Ağı (TADNET) ile de ortak çalışmalara imza atıyorsunuz. Yollarınız nasıl kesişti ?
Ben tüm yaptıklarımıza rağmen yeterli duyarlılığı oluşturamadığımızın farkındaydım. Dil ve kültürün kurtuluşun ancak dayanışma ile sağlanabileceğini düşündüm. Bunun için de diğer kültürün kapısını çaldık. Derneğimizin oluşum sürecinde temasa geçmiştik ama yeterli düzeyde değildi. Hemşinliler ve lazlarla irtibata geçtik, fikrimi Laz Enstitüsü Başkanı İsmail Avcı’ya aktardım “Ben sizi tanıyorum, sizi davet ettim. Siz de kimi tanıyorsanız onları davet edin” dedim. Ve böylece biz o yıl 21 Şubat Anadil Günü’nü birlikte kutladık, TADNET’in temelini attık.