Anthony Woodbury
Günümüz dünyasında yaklaşık 5000 ila 6000 arasında dil konuşulmaktadır, fakat bir asır sonra bu sayı neredeyse kesin olarak bine hatta binin altına düşecek. Her şeyden önce, bir zamanlar kendilerine yetebilen topluluklar zamanla istilacılarla, bölgesel güçlerle ve güçlü komşularla kaynaşmanın baskısı altında kalacak ve bu süreç dillerini ve hatta etnik kimliklerini kaybetmelerine yol açacak.
Diller üstündeki baskılar ekonomik, sosyal, kültürel, dinsel, politik, ordu veya bunların kombinasyonlarından kaynaklı olabilir. Tanım gereği, azınlıklar direkt olarak etkilenen insanlardır, fakat azınlıklar insanlık tarihi boyunca oluşan dilsel çeşitliliğin çoğunun temel dayanaklarıdır. Bunların içine tek başına 900 dil konuşan Papua Yeni Gine kabileleri, daha küçük sayılarda olmalarına rağmen yaklaşık 900 dili konuşan Amerikan Yerlileri, Afrika, Asya ve Okyanusya’da bulunup birkaç bin tane dil konuşan ulusal ve kabile azınlıkları ve İrlandalılar, Frizler, Provençaller ve Basklar gibi Avrupa’daki dışlanmış insanlar girer.
Dilbilimcilere göre dilin tehlike altına girmesi hem insani hem de bilimsel sonuçları olan çok ciddi bir problemdir.
Dil Yitiminin Sonuçları
Toplum-dilbilimciler ve dil antropologları dil yitiminin ya da dil değişiminin topluluklar üzerindeki etkisini yeni yeni anlamaya başladılar. Bir çeşit baskının hep var olmasına rağmen dil yitimi isteyerek ya da istemeyerek olabileceği için süreç karmaşıktır. Her iki durum da genellikle ya toplumsal kimliğin kaybı ya da sömürgeci güce karşı bir mağlubiyet olarak görülür – eğer dili kullanmayı bırakanlar tarafından görülmezse çoğunlukla gelecek kuşak tarafından böyle görülür.
Buna ek olarak, dilin yitimi sadece algılanan kimlik meselesi değildir. Bir halkın kültürel, ruhsal ve entelektüel hayatının çoğu da dil üzerinden tecrübe edilir. Bu, ibadetlerden, mitlerden, törenlerden, şiirlerden, retorikten ve teknik kelimelerden başlayıp günlük selamlaşmaya, vedalaşmaya, konuşma stillerine, mizaha, çocuk diline ve alışkanlıklar, davranışlar ve duygular için özel kullanılan terimlere kadar geniş bir skalada gerçekleşmektedir. Bir dil kaybolduğunda, eğer bu sayılanların hepsi yeni dilde kullanılacak ise, hepsinin yeni kelime kategorileriyle, seslerle ve dilbilgisel yapılarla yeniden oluşturulması gerekmektedir. Dilbilimcilerin dil değiştiriminin gerçekleştirdiği sırada yaptıkları çalışmalar bu tarz bir yeniden oluşturmanın toplum kimliği korunsa bile büyük bir gelenek kaybıyla sonuçlandığını göstermiştir. Genellikle sömürgeci gücün kültürel formları daha baskın olmaktadır ve bunun yayılımı da sıklıkla televizyon sayesinde gerçekleşmektedir.
Bazılarına göre dil yitimi ilerlemenin kaçınılmaz bir sonucudur ve topluluklar arasındaki iletişimi arttırır. Fakat iletişim hedefi ikinci veya üçüncü bir dili öğrenerek gerçekleşebilir, anadilin yitimine gerek yoktur. Dil antropologlarının çeşitli durumlarda gösterdiği gibi, özellikle de güçlü tarafından zayıfa karşı uygulandığında dil yitimi daha çok çeşitliliği tahammül edememenin bir sonucudur.
Dil Yitimi ve Dilbilim
Dilbilimciler yaklaşmakta olan dilsel çeşitliliğin yok olmasının dilbilimin temel hedeflerini ve bilime yaptığı katkıları kısıtlayacağının ya da imkânsız hale getireceğinin farkındadırlar – ve bu konu hakkında oldukça endişelidirler. Bu katkıların ve hedeflerin içine insanlığın ön tarihini ortaya çıkarmak için kilit bir konumda bulunan dünya çapında dillerin ön tarihini yeniden inşa etmek, insanların öğrendiği dillerin ne kadar fark edip etmediklerine dair teorilerin formüle edilmesi ile denenmesi ve bu kısıtlamaların insan bilişindeki kısıtlamalar hakkına ne ortaya çıkardığı ve bebeklerin çeşitli dil yapılarını nasıl öğrendiklerini bilme ihtimalimiz girmektedir. Gerçekten de bu bahsedilen en son hedef en başta tehlikeye girer çünkü dünya dillerinin yarısı neredeyse ölmek üzerindedir, ki bu da dilin çocuklar tarafından öğrenilmediği anlamına gelir.
Olgunun kendisini çalışmak dışında, dilbilimciler dillerin tehlike altına girmesi problemine iki ana açıdan yaklaşmaktadırlar. Biri dünya çapında dilini korumak isteyen topluluklarla beraber çalışmak ve dil eğitimi, dili sürdürme ve hatta dili yeniden canlandırma programlarında teknik ve her türlü yardımı önermektir. Bu dilbilimciler arasında yeni bir çabadır fakat büyük umut ve yenilik vadetmektedir.
Diğer yaklaşım – daha kötümser ama dilbilimcilerin ana görevlerine daha yakın olan – ise mevcut durumda bulunan dilleri olabildiğince kayıt altına almaktır. Etkili belgeleme hem resmi hem de günlük dildeki dil kullanımının kapsamlı video, ses ve yazılı kayıtlarını içermektedir. Buna ek olarak, işe yarar olmaları için kayıtların daha fazla kişi tarafından konuşulan bir dilde çeviri ve söz varlığı ile gramer bilgisinin analizini içermesi, söz varlığı ve gramer bilgisinin de sırasıyla kaynak olabilecek sözlük ve gramer kitapları olarak derlenmesi gerekmektedir.
Orijinal Hali: https://www.linguisticsociety.org/content/endangered-languages