27.9 C
İstanbul
Çarşamba, Eylül 11, 2024

TEHLİKE ALTINDAKİ DİLLER

tadnet

Toplum Temelli Dil Araştırma Modeli ve Tehlike Altındaki Diller Açısından Önemi

DR. ÖMER EREN

Dilleri kayıt altına alma çalışmaları, sayıları gün geçtikçe artış gösteren tehlike altındaki diller üzerine veri toplanması yoluyla, bu dillerin tanımlanması ve arşivlenmesi gerekliliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Grenoble 2010). Bu çalışmalarla, “belirli bir dil topluluğunun dil kullanım ve alışkanlıklarının kapsamlı bir şekilde kaydını tutmak” amaçlanmaktadır (Himmelmann 1998:166). Himmelmann 2006 yılındaki çalışmasında, bu doğrultudaki çalışmaların uzun soluklu olduğu, birçok kişinin işbirliği ve ortak çalışmasını gerektirdiğiyle beraber, tüm çabalara rağmen bir dili tümüyle kayıt altına almanın mümkün olmayacağı gerçeğinin de altını çizmektedir.

Dillerin kayıt altına alınmaları süreci her ne kadar o dilin tüm konuşucularından ve üzerlerine halihazırda çalışmalar yürüten veya gelecekte yürütecek olan tüm araştırmacılar ve bilim insanlarına kadar geniş ve homojen olmayan bir kitleyi ilgilendirse de (Grenoble & Furbee 2010), bu süreçte en etkin rolü oynayan iki ana katılımcıdan bahsedilmektedir. Bunlar, bu amaç doğrultusundaki belirli projelere katılan dil veya toplumbilimciler ile bu araştırmacıların birlikte çalıştıkları topluluk üyeleridir. Bu iki ana katılımcının arasındaki ilişkinin doğası ise, yapılan çalışmaların verimliliği, erişilebilirliği ve genellenebilirliği üzerinde etkin bir rol oynamaktadır. Bu ilişkilerin belirlenmesi sürecinde ise geçmişten günümüze değin büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Bu konuda en etkili ve bilimsel otoritelerce en çok referans verilen çalışma Kanada’daki Victoria Üniversitesinde öğretim üyesi olan Eva Czaykowska-Higgins’in 2009 yılında yayınladığı çalışmadır. Yazının geri kalanında, öncelikle bu çalışmanın önemli noktalarını vurgulayacak, daha sonrasında ise bu araştırmanın Türkiye’de konuşulmakta olan tehlike altındaki dillerin kayıt altına alınması hususundaki önemine değineceğiz.

Özellikle Amerika ve Kanada’da konuşulmakta olan ve tehlike altındaki diller üzerine olan çalışmalarda, son yüzyılda yapılan çalışmaların büyük çoğunluğu, topluluğa mensup olmayan araştırmacılar ve dilbilimcilerce yürütülmüştür. Bu çalışmalarda, topluluk üyelerine konuştukları diller hakkında ana bilgi kaynağı ve araştırmacıların merak ettikleri soru ve yapıların değerlendiricileri rolü atfedilirken, araştırmanın ana yürütücüsü ve araştırmanın seyrini belirleyen ana katılımcı dilbilimciler olarak görülmüştür. Dilbilimci-odaklı bu bakış açısı, her ne kadar bu dillerin kayıt altına alınması ve incelenmesi hususunda bilim dünyasına ve topluluk üyelerine büyük bir katkı sağlamış olsa da, çalışmaların bu doğrultuda yürütülüyor olması, daha sonra eleştirilmiş ve katılımcılar arasındaki rollerin değişmesi gerekliliği ortaya konmuş, ve dilbilimcilerin kendilerini dilleri üzerine çalıştıkları toplumdan ve bu toplumun sosyal ve dilsel bağlamlarından soyutlanmış ve sadece dille alakalı gerçeklerin kaydedicileri olarak kabul etmelerinin etik olarak doğru olmayacağı vurgulanmıştır.

Çalışmalara hakim olan bu eski araştırma modeline alternatif olarak, odağın dilbilimcilerden kademeli olarak alınarak topluluk üyeleri ile dilbilimciler arasında pay edildiği yeni modeller geliştirilmeye başlanmıştır. Bu konuda, Cameron ve diğeleri (1992) iki yeni model türünden bahsetmektedirler. İlk model olan Savunuculuk Modelinde (Advocacy Research), araştırmacıların sadece bir dil ve o dili konuşan bireyler üzerine değil, onlar için de çalışması esas olarak alınmaktadır. Bu modelde, araştırmacıların, uzmanlıklarını o dilin konuşucularının kültürel, eğitimsel ve sosyal haklarını geliştirme doğrultusunda kullanmaları gerekliliği vurgulanmıştır. Yetkilendirici araştırma modelinde (Empowering Research) ise, araştırmacılar ile toplum üyelerinin birlikte çalışmaları odağa alınmış ve araştırmacıların sadece toplum bireyleri üzerine ve onlar için değil, onlarla beraber çalışmaları gerektiği vurgulanmıştır. Bu araştırma modelinde, araştırmacıların topluluk üyeleri ile birlikte sözlük, gramer ve dil öğretim materyalleri geliştirmeleri ve topluluk üyelerini etnik dilleri hakkında çalışabilmeleri için eğitmeleri beklenmektedir. Bu modelde, her ne kadar, odak dilbilimcilerden ve araştırmacılardan kaydırılmış olsa da, yine de dilbilimciler yürütülen çalışmalardaki ana uzmanlar olarak görülmektedir (sayfa 24).

Bu modellere alternatif olarak, Profesör Czaykowska-Higgins, araştırmalarda topluluk üyelerinin katılımını maksimize ederek, Toplum Temelli Dil Araştırma (TTDA) Modelini (Community-Based Language Research) geliştirmiştir. Bu modelde, daha önce bahsedilenlerin aksine, araştırmaların sadece topluluk üyeleri üzerine, onlar için ve onlarla birlikte değil, aynı zamanda topluluk üyeleri tarafından da yapılması esas alınmaktadır. Bu modelde, araştırmanın amaçlarını ve seyrini belirlemede, topluluk üyeleri en az araştırmacılar kadar aktif bir rol oynamakta ve yürütülen çalışmaların bu iki katılımcının eşit miktarda ve tam anlamıyla iş birliği ile yürütülmesi gerekmektedir.

Araştırmacılar ile topluluk üyelerinin eşit statü ve haklara sahip olmasının esas alındığı bu araştırma modeli, özellikle araştırmacılar açısından belirli zorlukları da beraberinde getirmektedir. Yapılması istenilen projelerin amaçlarının belirlenmesi ve araştırmaların planlanması sürecinde katılımcılar arasındaki rollerin belirlenmesi, tüm bu katılımcıların fikirlerinin araştırmanın her aşamasında eşit şekilde dikkate alınması ve değerlendirilmesi, rol ve görev dağılımlarının bu doğrultuda yapılması, daha evvelinde tek karar mekanizması ve odak olarak dilbilimcilerin görüldüğü araştırma modellerine nazaran, araştırmacılar için alışılageldik gelenek ve uygularından vazgeçmeleri ve yeni yöntemler geliştirmeleri gerekliliğini doğurmaktadır. Tüm bu zorluklar ve değişikliklerin, araştırmacılarda TTDA yapmak konusunda bir çekinceme ve isteksizlik yaratması ise çok doğaldır. Nitekim, Czaykowska-Higgins’ın kendisi de bu zorlukları kabul etmekte ve önerdiği bu modelin daha evvel bahsettiğimiz diğer modellere bir alternatif olarak görülmesi gerektiğinin altını çizmektedir.

Uzun yıllar Kanada’da tehlike altında olan yerli dilleri üzerine çalışmalar yürüten Czaykowska-Higgins, bu dillerin konuşan bireylerin, uzun yıllar baskı ve asimilasyon çalışmalarına maruz kaldıklarını, etnik dillerini konuştukları için cezalandırıldıklarını ve bu yüzden bu dilleri yeni nesillere aktarmayı bilinçli olarak bıraktıklarını belirtmiş, ancak daha sonraki yıllarda meydana gelen dillerini geri yaşatma projeleri kapsamında, dillerini kurtarmanın gelecekleri için çok büyük önem arz ettiğini, ve bu konuda olabildiğince kontrol ve güç sahibi olmak istediklerini aktarmıştır. Tam da bu bağlamda, araştırmacıların, bu talebe hangi şekil ve ölçülerde cevap vermeleri gerektiği konusu üzerine etraflıca düşünmeleri ve bu konudaki etik sorumluluklarını belirlemeleri gerektiğini vurgulamıştır.

Araştırmacıların, kendi araştırma amaçları doğrultusunda geleneksel yöntemlerle veri toplama uygulamalarına ek olarak, TTDA modeli bazlı projeler yürütmelerinin, dilleri tehlike altında olan bu topluluk üyelerinin yukarıda bahsettiğimiz doğrultudaki istek ve hedeflerine büyük katkılar sağlayacağı rahatlıkla söylenebilir. Bu bireylerin dilleri üzerine bağımsız araştırmalar yapabilmeleri yönünde eğitilmelerini sağlayacak bu türden projelerin sayısının giderek artması, hem bilimsel açıdan hem de bu topluluklar açısından yapılan çalışmaların sayısını ve verimini artırmakla kalmayacak, buna ek olarak bu dillerin, Himmelmann (2006) tarafından da bahsedildiği üzere, daha kapsamlı bir şekilde kayıt altına alınmalarının önündeki engelleri de kaldıracaktır.

Bu bağlamda, Türkiye’de konuşulmakta olan tehlike altındaki dillerin durumuna bakacak olursak, bu dillerin kayıt altında alınması çalışmalarında genellikle dilbilimci veya araştırmacı-odaklı çalışmalar çoğunlukta olduğunu, toplum üyelerinin aktifliği bazında ise ancak, sadece bazı diller açısından, Yetkilendirici Araştırma Modeli aşamasında olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu diller üzerine çalışan araştırmacılar, bu dillerin “Yaşayan Diller ve Lehçeler” Projesi kapsamında örgün eğitim kurumlarında öğretilebilmesi için ders materyalleri ve tanımlayıcı gramer kitapları yazmakta aktif bir rol oynasalar bile, hali hazırda yürütülen projelerin Czaykowska-Higgins tarafından önerilen TTDA modelini tam anlamıyla hayata geçirdiğini söylememiz zordur.

Bu tarz projelerin gerçekleşebilmesi hususunda ise, hem araştırmacılara hem de topluluk üyelerine büyük sorumluluklar düşmektedir. Araştırmacılar, bu modelin yukarıda geçen tüm zorluklarına rağmen, uygulamaya koymaktan çekinmemeli, topluluk üyelerinin ise araştırmacıları bu yönde çalışmalar yapmaya teşvik etmeleri ve bu doğrultudaki taleplerini onlara iletmeleri gerekmektedir. Çağımızda özellikle teknoloji alanında meydana gelen gelişmeler göz önüne alındığında, dilleri kayıt altına almak konusunda topluluk üyeleri de artık en az araştırmacılar kadar teknolojik imkanlara sahip durumdadırlar. Topluluk üyelerinin, bu imkanlardan olabildiğince faydalanarak günlük hayatlarında kendi aralarında ve özellikle de daha eski nesil akrabaları ile olan etkileşimlerini olabildiğince kayıt altına alarak incelemesi ve önemli gördükleri konularda araştırmacıları bilgilendirerek projeler geliştirme doğrultusunda taleplerde bulunmaları gerekmektedir. Araştırmacıların ise, hem bu talepleri topluluk üyelerinin en aktif şekilde rol oynayabileceği ve bağımsız araştırma yapma yeteneklerini geliştirecek şekilde kendilerini eğitebilecekleri projeler geliştirilmesi ve bu projelerin ödeneklendirilebilmesi için çalışmaları gerekmektedir. Buna ek olarak, özellikle teorik dilbilimcilerin, araştırmaları doğrultusunda topladıkları veri ve dilsel yargıların, yaptıkları yayınlarda sınırlı kalmaması için topluluk üyeleri ile öğretim materyalleri veya seminerler aracılığı ile paylaşması, hem topluluk üyelerinin yeni proje fikirleri geliştirebilmesi açısından hem de toplanan verilerin daha kapsamlı ve derli toplu bir şekilde gelecek nesil ve araştırmacılara aktarılmasını sağlayacaktır. Yukarıda da bahsedildiği üzere, bir dilin tümünün kayıt altına alınması imkansız olsa da, bu çalışmaların kapsamının git gide genişlemesi, hem araştırmacıların hem de topluluk üyelerinin uzun soluklu, eşit statüde iş birlikleri ile mümkün olabilecektir.

Son olarak şunu da belirtmek gerekiyor: TADNET projesi tamamıyla topluluklarca başlatılmış ve araştırmacıların ve topluluk üyelerinin iş birliği yaptığı bir proje olarak, toplumun katılımıyla geliştiren araştırma projeleri skalasında dilbilimci-temelli araştırmaların en karşı ucunda yer almaktadır. Bu tür projelerin sayısının giderek artmasını temenni etmekteyiz.

 

DR. ÖMER EREN *

Kaynakça

Cameron, D., Frazer, E., Harvey, P., Rampton, M. B. H., & Richardson, K. (2018). Researching language: Issues of power and method. Routledge.

Czaykowska-Higgins, E. (2009). Research models, community engagement, and linguistic fieldwork: Reflections on working within Canadian Indigenous communities. Language documentation & conservation, 3(1), 182-215.

Grenoble, L. A. (2010). Language documentation and field linguistics: The state of the field. In L. A. Grenoble & N. L. Furbee (Eds), Language Documentation, John Benjamins.

Grenoble, L. A., & Furbee, N. L. (Eds.). (2010). Language documentation: Practice and values. John Benjamins Publishing.

Himmelmann, N. P. (1998). Documentary and descriptive linguistics. Linguistics, 36, 161-196.

Himmelmann, N. P. (2006). Language documentation: What is it and what is it good for. In J. Gippert,  N. P Himmelmann,, U. Mosel (Eds), Essentials of language documentation, Mouton de Gruyter. 178(1).

Related Articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYADA BİZ

1,242BeğenenlerBeğen
1,583TakipçilerTakip Et
879TakipçilerTakip Et
681AboneAbone Ol

SON YAZILAR

EN ÇOK OKUNANLAR